Kurumlarda Travma Duyarlı Yaklaşım: Görünmeyen Yüklerle Çalışmak

Travma Duyarlı Yaklaşım Alaz Han Canbolat
“Geçmiş, hiçbir zaman unutulmuş değildir. Geçmiş, geçmiş bile değildir.” Bir Rahibeye Ağıt, William Faulkner

Bundan tam 3 yıl önce Netflix’te o zamanların en çok izlenen dizisi Zeytin Ağacı üzerine bir yazı yazmıştım: Geçmişin yükü ve işyerinde iyi olma hali üzerine.. Bu yazıyı anlamlandırmanız için öncesinde ona bir göz atmakta fayda var..


1960’larda Amerikalı psikiyatrist Dr. Judith Herman, travmayı tanımlarken şöyle der: “Travma sadece kişisel bir yara değildir; aynı zamanda toplumsal bağların kopuşudur.”

Bugün bu yazıyı okurken çalışma ortamlarımızın aslında çoğu görünmez bağların kopuş hikâyeleriyle dolu olduğunu fark edeceksiniz. Yaşanılan kayıplar, iş yerinde mobbing, toplumsal travmalar, ekonomik krizler, taciz, şiddet… Her birimizin var bir travması.. Zaten Türkiye’de yaşamak bile başlı başına bir travma da bakmayın okumuş insanız işte..

Şimdi bundan daha geriye gidelim; yukarıda bahsettiğim yazıda anlattığım kısmı aynen alıyorum:

Nasıl ki kaşımızı, gözümüzü, boyumuzu, posumuzu atalarımızdan gen aktarımı ile alıyorsak psikolojik travmalarımızı da aynı şekilde genetik yolla geçmiş nesillerimizden alabiliyoruz. Bu kavramın psikolojide çalıştığımız tanımı ise kuşaklar arası travma aktarımı veya kalıtsal aile travması.

Yani demem o ki; bizler dünyaya sırtımızda, kalbimizde, aklımızda bir yük ile geliyoruz. Devam ettirmeye çalıştığımız yaşamımız bu yükün üzerine yük bindirmemeli. Attığımız her adımda, parçası olduğumuz her ortamda bu yüke yük bindirmek yerine sunulacak fırsatlar ile sağlığımız ve refahımız daha iyiye gitmeli.

Geçmişe bakarsak; II. Dünya Savaşı’ndan dönen askerler, “yorgunluk” adı altında aslında travma sonrası stres bozukluğuyla çalışmaya devam ediyordu. O dönemde kimse bunun adına travma demiyordu. Bugün de birçok çalışan, kendi “görünmez savaşlarından” döndükten sonra iş hayatına sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Hatta somut bir örnek de vereyim size; sahada ihtiyaç analizi aldığım bir gün vardiya müdürlerinden biri çalışanları için “Zaten bizim buradaki tüm kadınlar Bergen’dir.” demişti. Cümleyi sindirmek zorunda kalışım o kadar ağrıma gitti ki..

Travma Görmezden Gelindiğinde Kurumlar Nasıl Sessizce Çöküyor?

Bir kurumun çöküşü her zaman büyük skandallarla, manşetlere veya ilan edilen konkordatolarla olmuyor. Hatta bu durumun çoğu zaman sessiz olduğunu da konuştuk. Çalışanların yavaş yavaş motivasyonunu kaybetmesi, küçük hataların artması, yenilikçi fikirlerin azalması ve sahada görünmez gerilimin giderek yoğunlaşmasıyla oluyor. Bu sessiz çöküşün altında çoğu zaman görmezden gelinen travmalar yer alıyor maalesef ki.

Bazen giderek artan mobbing, mikro-saldırılar, huzursuz hissetmeler, geçim sıkıntısı, siyasi olaylar, tetiklenen yaslar.. derken kendimizi patlamaya hazır bir bomba gibi buluyoruz. Bunun yanı sıra International Labour Organization‘nun 24 ülkeden insanlar arasında yaptığı bir çalışmada, insanların %70’inin travma yaşadığını ortaya koydu. Yani siz hiç travmatik bir olay yaşamamış olsanız bile (bunun ne kadar zor bir ihtimal olduğunu anlamak için 2 gün sosyal medya kullanmanız yeterli), iş yerinde travma yaşamış insanlarla düzenli olarak etkileşimde bulunmanız çok büyük bir ihtimal. Kadın cinayetleri, tacizler, şiddet, çocuk yaşta evlilik, geçim sıkıntısı verilerine gelemedim daha. Keza Google’a en basitinden bunu bile yazsanız karşılaşacağınız şeyler hiç hoş olmayacak.

 

Şimdi tüm bunlar ışığında çok önemli bir ihtiyacımız var:

Travma Duyarlı Yaklaşım (Trauma-informed Approach)

Travma duyarlı yaklaşım (Trauma-Informed Approach – TIA), SAMHSA tarafından 2014’te kavramsallaştırıldı. Ve SAMHSA şöyle tanımlar:

“Travma Duyarlı Yaklaşım, travmanın yaygınlığını ve etkilerini fark eden; travmanın işaretlerini tanıyabilen; politikalarını, uygulamalarını ve prosedürlerini buna göre uyarlayan ve bireylerin yeniden travmatize edilmesini önleyen bir organizasyonel yaklaşımdır.”

Yani bize diyor ki; her kiminle çalışırsan çalış, onların geçmiş veya mevcut travma deneyimleri olduğunu hesaba kat ve bu deneyimlerin davranış, duygu ve ilişkiler üzerindeki etkilerini anlayarak hareket et. Hatta en basit haliyle birinin damarına bastığında “ne var ki ya bunda, ne dedim ki şimdi” demeden önce kişinin bununla ilgili hassas bir deneyiminin olduğunun farkına var.

O yüzden “İnsan işini işte bırakır” lafı hiç de gerçekçi değil. İnsan, travmasını da, yasını da, kaygısını da beraberinde getirir. Nereden biliyorsun? diye sormayın, kendimden biliyorum..

Konuyla ilgili biraz daha bilgi edinmek isterseniz Carla Carlisle’in harika bir TedX konuşması var. Daha önce “kendinde bir sorun olduğunu” düşündüğü tepkilerinin aslında travmaya verilmiş doğal tepkiler olduğunu fark etmesiyle başlayan dönüşüm hikayesini anlatıyor.

Şimdi sizi bu bilgilerle biraz overthinklemeye bırakıp hafta “Travma Duyarlı Kurum Kültürü” yazımda kurumların “şefkat” kavramını romantik bir değer olmaktan çıkarıp stratejiye nasıl evrilteceğindi yazacağım.

Sevgilerle,

Alaz Han